okulumuzda türk müziğinin önemini vurgulamak için neler yapmalıyız
Türk Müziği
MsXLabs.org & Temel Britannica
Türk Müziği, denince bugün karşımıza oldukça geniş kapsamlı ve çeşitlilik gösteren bir sanat alanı çıkar. Klasik Türk müziği, Türk sanat müziği ya da Osmanlı müziği diye bilinen ve tarihi oldukça eskilere dayanan müziğin yanı sıra tarihi Orta Asya'daki Türklere uzanan Türk halk müziği, Osmanlı Devleti'ndeki yenileşme hareketleriyle ülkemize giren batı müziğinin Cumhuriyet döneminde yorum, uyarlama ve etkisiyle ortaya çıkan çağdaş Türk müziği bu geniş sanat alanını oluşturmaktadır. Ayrıca zaman içinde "arabesk" ve "Türk pop müziği" gibi yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır.
Çağdaş Türk müziği dediğimiz zaman da gene bir çeşitlilik söz konusudur. Klasik batı müziği etkisiyle oluşturulan Türk müziği, hafif müzik denen türde, ama gene batı müziği kalıp ve kurallarına göre oluşturulan Türk müziği gibi değişik alanlar vardır. Klasik Türk müziği ile Türk halk müziği kendi gelenekleri içinde sürüp giderken, Arap ve doğu müziğinin etkisiyle oluşan, bir yandan batı müziği çalgılarından da yararlanılarak seslendirilen, öte yandan halk müziğinden esinlenen "arabesk" müzik 1960'lann sonlarından beri yaygın bir biçimde varlığını duyurmaktadır. Halk türkülerini yeni bir yorumla seslendiren ya da bu gelenek içinde yeni besteler yapan Ruhi Su, Zülfü Livaneli gibi sanatçıların açtığı yeni bir çığır içinde oluşan müzik de yaygın bir biçimde dinleyici bulmaktadır. Türk sanat müziğini çoksesliliğe dönüştürerek bir orkestra yapıtı gibi seslendirme çabalarının sonucu olan ürünler de çağdaş Türk müziği alam içindedir.
Bu arada tekseslilik-çokseslilik tartışmalarının da müziğimizi önemli ölçüde etkilediğini vurgulamak gerekir. Tük müziğinin teksesli müzik alanı içinde yer alması, batılılaşma hareketiyle çoksesli müziğin gündeme gelmesi bugün bile çağdaş Türk müziği konusunda bir sorun olarak durmaktadır. Öte yandan bu sorunla ilgili birçok yorum ve öneriler ileri sürülmekte, tartışmalar yapılmaktadır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi "Türk müziği" kavramı birçok müzik anlayışını ve ürünü kapsamaktadır. Bu durumda Türk müziği;
Klasik Türk müziği
Türk Halk müziği
Batı etkisindeki Türk müziği
olmak üzere kabaca üçe ayırarak incelenebilir.
Dönemler
Türk müziği tarihinde, batı müziği tarihindeki barok, klasik, romantik gibi dönemlere karşılık olabilecek ölçüde önemli farklarla birbirinden ayrılan dönemler yoktur. Ama melodik yapı ve üsluplardaki belirgin farklılığa dayanılarak bazı dönemlerden söz edilebilir. Bu müzik, 13., 14. ve 15. yüzyıllarda Herat, Bağdat ve Tebriz saraylarının yetenekli bestecilerinin yapıtları örnek alınarak biçimlendirilmiştir. Bu dönem başlangıç dönemi sayılabilir. Kendisi de besteci olan hükümdarlar yalnız bestecileri değil, yeni makamlar ve usuller bulanları, müzik kitapları yazanları da ödüllendirerek müzik yaşamına canlılık katardı. II. Murad dönemini de kapsayan bu ilk dönem, yoğun bir Arap ve İran üslubu etkisi altında geçmiştir. İstanbul'un fethinden sonra buna Bizans etkisinin de eklenmesi, özgün bir üslubun oluşmasını geciktirmiştir. Özgün bir Osmanlı-Türk üslubunun ancak 16. yüzyılın ikinci yansında oluştuğunu söyleyebiliriz.
Klasik dönem, Osmanlı üslubunun ilk olgun örneklerini veren Itri ile başlatılabilir. Itri'den sonraki en büyük temsilcileri Ebubekir Ağa, Tab'i Mustafa Efendi, Küçük Mehmed Ağa, Sadullah Ağa, III. Selim, İsmail Dede Efendi, Dellâlzade İsmail Efendi ve Zekâi Dede Efendi olan bu üslubun en parlak yılları, kendisi de büyük bir besteci olan, birçok yeni makam düzenleyen ve birçok besteci ve icracıyı koruması altına alan III. Selim'in saltanat yıllarıdır. 19. yüzyılın ortalarında Hacı Arif Bey ile başlayan ve şarkı türünün çok büyük önem kazandığı dönem, bir bakıma Türk müziğinin gerileme dönemidir. Çünkü öne çıkan şarkı türü, kâr, beste semai gibi sanatlı ve büyük türlerin bir kenara itilmesine yol açmıştır. Ama öte yandan, bu dönemde çalgı müziği gelişmiştir. Başta Tanburi Cemil Bey olmak üzere, birçok virtüöz saz sanatçısı yetişmiş, bunlar taksim türünün önem kazanmasını sağlamışlardır. Bu dönemde klasik Türk Müziği içerisinde saz müziği gelişip sesli icralardan bağımsızlaşmış, kişilik kazanmıştır. Aynca müzik daha geniş bir kitlenin malı olmaya başlamış, Balkanlar'dan gelen profesyonel müzikçiler beğenide çeşitli değişiklikler yaratmışlardır. Kapatılan Mehterhane'nin yerine kurulan alafranga bandonun (Mızıka-yı Hümayun) yanı sıra, sık sık İstanbul'a gelen yabancı opera ve operet toplulukları da, batı müziği etkisini, daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar artırmıştır. Klasik Türk müziği 20. yüzyıl ile birlikte çöküş ve yeni arayışlar dönemine girmiştir.
Müzikte Batılılaşma
Osmanlı Devleti döneminde batı müziğiyle ilk tanışma saray çevrelerinde oldu. III. Selim' den başlayarak II. Mahmud ile bu tanışıklık ve benimseme sürdü. Batı müziği sarayda, batılılaşma düşüncesini benimseyen Türkler ve Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkları arasında kendine yer edindi. İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde belli eğlence yerlerinde batı müziği çalan topluluklar oluştu. Opera, operet ve konserler dar bir kesimin ilgi gösterdiği müzik gösterileri olarak kaldı. Bazı aileler çocuklarına "alafranga" müzik dersleri aldırmaya başladı. Özellikle batı müziği çalgısı olarak piyano ve keman az da olsa Türk evlerine girdi ve büyük kentlerde alafranga müzik dersleri veren müzikçilere ve öğretmenlere rastlanmaya başlandı.
Cumhuriyet yönetiminin tercihi batı müziği yönünde oldu. 1924'te Ankara'da Musiki Muallim Mektebi açıldı. Müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Avrupa'ya sınavla öğrenci gönderildi. İstanbul Belediye'si tarafından 1927'de Şehir Bandosu kuruldu ve bunu başka kentlerdeki bandolar izledi. Halkevlerinin kurulmasıyla da bu kurumların koroları, mandolin takımları oluşturuldu.
Batı müziği çalışmalarında, Avrupa'da öğrenim görmüş olan ve sonradan "Türk Beşleri" diye tanınan Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kâzım Akses besteci, öğretmen, orkestra şefi, yazar ve yönetici olarak 1930'lardan başlayarak etkili oldular. Ahmet Adnan Saygun'un Özsoy operası ilk Türk operası olarak 1934'te sahnelendi (bak. Türk Beşleri).
Yeni müzik anlayışının yaygınlaşmasını sağlamak için bazı önlemler alındı. Klasik Türk müziği ve halk müziği yayınlarında radyolara kısıtlamalar getirildi. Müzik kuruluşla-nnda da bu tür müziğin eğitim ve öğretimi kaldırıldı. Ama müzik alanında hızlı bir değişim sağlamanın kolay olmadığı anlaşılınca bu kısıtlamalar ve engellemeler zamanla kaldırıldı. , 1950'de Demokrat Parti iktidara gelene kadar resmi devlet siyaseti batı müziği çalışmalarını destekleyici yönde sürdürüldü. Ankara Devlet Konservatuarı’nın ve Ankara'da operanın açılışı, Gazi Eğitim Enstitüsü'ne bağlı bir müzik bölümünün kurulması, askeri bandocu yetiştirmek için okul açılması 1935–50 yılları arasında gerçekleşmiştir. Ayrıca yetenekli çocuklar için özel yasalar çıkartılarak bu çocukların Avrupa'da müzik eğitimi görmeleri sağlanmıştır.
1950'den sonra ise müzik eğitim ve öğretimine biraz daha hoşgörülü bir biçimde yaklaşıldı. Özellikle 1970'lerden sonra klasik Türk müziği, Türk halk müziği, batı etkisi altındaki çağdaş Türk müziği alanlarına devlet daha dengeli bir destek vermeye başladı. Bugün çeşitli üniversitelere bağlı konservatuarlarda geniş bir alana yayılmış müzik eğitim ve öğretimi yapılmaktadır. Bu kuruluşlarda klasik Türk müziği, Türk halk müziği ve batı müziği ayrı ve bağımsız birimlerdir.
Türk Müziğindeki Değişimler
Ziya Gökalp’ın bu konudaki düşüncelerine dayanan Cumhuriyet dönemi müzik siyaseti, "yabancı kökenli" ve "geri" diye nitelenen klasik Türk müziğinin bir yana bırakılmasını öngörüyordu. Yapılması gereken, tek gerçek Türk müziği sayılan Türk halk müziği ile batılı sazların, besteleme teknik ve yöntemlerinin kaynaştırılması olmalıydı. Müzik dünyasına belirli yöntemlerle kesin bir yön verilmeye çalışılması çeşitli çalkantılara yol açtı. Örneğin Darülelhan'ın klasik Türk müziği bölümü kapatılarak, İstanbul Belediye Konservatuarı adı altında, yalnızca batı müziği öğrenimi veren bir okula dönüştürülmesi (1926), Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinin müzik dünyasını adeta düşman kamplara ayıran sert bir alaturka-alafranga ya da doğu-batı tartışması başlattı. Bu tartışma bugüne kadar sona ermedi. Refik Fersan, Cevdet Çağla, Suphi Ziya Özbekkan, Sadettin Kaynak, Lem'i Atlı, Selahattin Pınar, Münir Nurettin Selçuk gibi yetenekli besteciler repertuarı belli ölçüde yeni ve çok değerli yapıtlarla zenginleştirdiler. Öte yandan, Rauf Yekta'nın sağladığı müzikolojik zemin üzerinde, Suphi Ezgi ile işbirliği yaparak Türk müziğinin kuramsal temellerini açıklamaya çalışan Hüseyin Saadettin Arel tekseslilik-çokseslilik tartışmasında bir orta yol bulmaya çalıştı. Arel'e göre, klasik Türk müziği yabancı kökenli değildi. Türk halk müziği ile eş kökenli ve onun gelişmiş biçimiydi. Mutlaka, kendi bünyesine aykırı düşmeyecek biçimde çokseslendirilmeliydi. Çünkü Türk makam ve usulleri, besteci için çok zengin bir kaynaktı. Ayrıca, oluşturulacak yeni Türk müziği batı orkestrasıyla değil, geleneksel Türk çalgılarıyla seslendirilmeliydi. Arel bu görüşünü yaşama geçirmek için çok çaba harcadı. Ne var ki, onu destekleyenler içinde, yeterince yetenekli besteci, iyi araştırmacı ve müzikçi yoktu. Öte yandan, özellikle makamlar ve perdelerle ilgili kuram ve açıklamaları gelenekçi müzikçiler için doyurucu olmamış, alafrangacılar gibi onlar da Arel'in karşısında yer almışlardı. Klasik Türk müziği günümüze kadar, gazinolardaki, daha sonra da radyo ve televizyondaki yerini koruyabilmek için nitelikten günden güne daha çok ödün vererek varlığını sürdürmüştür.
1926'da tüm tekke ve zaviyelerle birlikte Türk müziği için birer akademi niteliği taşıyan Mevlevihaneler de kapatıldı. Aynı yıl İstanbul Belediye Konservatuarı’nda Türk müziği bölümünün de kapatılması Türk müziğinin tümüyle okulsuz kalmasına yol açtı. Uzun bir dönem boyunca, Türk müziği öğretimi, bir ikisi dışında yetersiz dernek ve öğretmenlerin elinde kaldı. Arel'in İstanbul Belediye Konservatuarı müdürlüğü sırasında yeniden açtığı Türk müziği bölümünde de yalnızca kuramsal eğitim yapılabildi. İlki 1936'da Ankara'da açılan devlet konservatuarları Türk müziğini kesinlikle dışladılar. Türk müziği yandaşları da, başta Arel'in öğrencileri, ancak 1976'da bir Türk Musikisi Devlet Konservatuarı açılmasını sağlayabildiler. Gene 1976'da, Nevzad Atlığ'ın ön ayak olmasıyla bir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu kuruldu. 1980'lerde Ankara, İzmir gibi kentlerde de benzeri topluluklar oluşturuldu.
Günümüzde klasik Türk müziği üç ayrı grup tarafından temsil edilmektedir. Birinci grup, dinleyici kitlesini elinde tutabilmek için, sanatın özgün yapısını koruma kaygısından uzak, akla gelen her tür yenilikle pazarı yitirmemeye çalışan ve zaman zaman "arabesk"e kayan "piyasacılar"dan oluşur. İkinci grup, Türk müziğinin nitelikli örneklerini titiz ve elden geldiğince geleneksel tarzda bir icrayla sunmayı ilke edinen Necdet Yaşar, Niyazi Sayın, İhsan Özgen, Cinuçen Tanrıkorur, Meral Uğurlu, Bekir Sıtkı Sezgin, Erol Deran gibi sanatçıları kapsar. Üçüncü grubu ise gelenekle bağı koparmadan sınırlı bir yenileşmeyi amaçlayan Yalçın Tura, Mutlu Torun, Ruhi Ayangil, İhsan Özer gibi müzikçiler oluşturmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder